Onat Kutlar ( 25.01.1936)- (11.01.1995)
Yazar - Şair - Senarist - Eleştirmen
2009’da hiç yayınlanmamış hikayelerinin de yer aldığı “Karameke” adlı kitabı (Yapı Kredi Yayınları) yayınladı.
1979’da “Yusuf ile Kenan”, 1979’da “Hazal” ve 1982’de “Hakkari’de Bir Mevsim” adlı filmlerin senaryolarını yazdı. Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmış olan "Gündemdeki Konu" (Mitos Yayıncılık) ve "Gündemdeki Sanatçı" (Yapı Kredi Yayınları) adlı yazıları yine aynı adla 1995’te ölümünden hemen sonra yayınlandı. Sinematek Derneği’ndeki çalışmalarından dolayı 1975 yılında Polonya’dan Kültür Nişanı, 1994 yılında da Fransa’dan, Chevalier de l’ordre des Arts et des Lettres Nişanı verildi.
30 Aralık 1994’te The Marmara Oteli’nin pastanesine koyulan bombanın patlaması sonucu yaralanan Onat Kutlar, 11 Ocak 1995’te tedavi gördüğü hastanede yaşamını kaybetti.
- İshak, (öyküler), (1959)
- Sinema Bir Şenliktir, (denemeler), (1984)
- Yeter ki Kararmasın, (denemeler), (1985)
- Bahar İsyancıdır, (denemeler), (1986)
- Peralı Bir Aşk İçin Divan, (şiirler), (1981)
- Unutulmuş Kent, (şiirler), (1986)
Senaryoları [değiştir]
- Hakkâri'de Bir Mevsim (senaryo, Ferit Edgü ile birlikte), (1983)
- Hazal, (1979)
- Yusuf ile Kenan, (1979)
Hakkında [değiştir]
- Onat Kutlar Kitabı 2006 (hazırlayan Turgut Çeviker)
- Öfkeyi kahkahayla saklayan ozan (Cumhuriyet Gazetesi-14 Ocak 1995)-Dursun Özden
- Ykykultur.com.tr - Biography of Onat Kutlar (Türkçe)
- IMDb'de Onat Kutlar (İngilizce)
- New York Times - [1]
- Onat Kutlar -[2]
Hakiki bir entelektüel
“Ali Han’ın altıncı katındaki iki küçük oda sabun kokusu içindeydi. Perdeler takılmıştı. Mobilyaları yerleştirdik. 810 liranın içinde bir küçük kilim bile vardı. Serdik döşemeye. Bürodan çok eve benzedi. Dantel işlemeli tül perdeleri çektik. Masanın arkasındaki gösterişli koltuğa kuruldum. Karım Sevil bir markizete, ilk memurum olan, Galatasaray Lisesi, orta iki öğrencisi Mesut Yetişkin bir başka markizete oturdular. Keyifle eserimize baktık.”
Demir Özlü
Onat hem hakiki bir insandı, hem de hakiki bir entelektüel. Yaşarken hep beraberdik. Benim on yıl ayrı düşmemde de. Şerri bugünlere de uzanan Sulhi Dönmezer’in (çünkü son olarak eski Ceza Yasası’nın maddeler sıralamasını değiştirerek, onu yeni bir ceza yasası diye yutturmuştur) fakültede protesto edilmesi olaylarının da içindeydi; 28 Nisan 1960’ta da beraberdik. Daha 20’li yaşlar çevresinde Fransız dilinde yayımlanan Max Stirner’in “Unique et sa propriété”(Tekil İnsan ve Onun Sahip Oldukları) adlı önemli kitabını, Beyoğlu’ndaki Saray Kitabevi aracılığıyla getirtip okumuştu. 1961’de Paris’e gidişimizde Lorca ile birlikte, ilk aldığı kitabın Laurence Sterne’ün “Tristram Shandy”si olduğunu yazmıştım. Paris’e gitmeden önceki yıllarda birçok yazar içinde en çok Dostoyevski ile Camusüzerinde konuşup tartışırdık. Aşılmaz hikâyeler, çok güzel denemeler, görkemli şiirler yazdı. Türk yazınında bıraktığı iz kalıcıdır. Türk modernizminin ve büyülü gerçekçi yazının kurucularındandır. Bugün ortada dolaşanlara bakıyorum da, kimsenin kendi yüzeyselliği kendisini ilgilendirmiyor. Kendi alanında derinleşme ve hakiki olma (sahihlik) dönemi değil de yaldız dönemidir bu. Montparnasse Sokağı’nda, Cezayir Savaşı sırasında geceleri Sartre’la arkadaşlarının da oturduğu Falstaff kulübünde oturup, ilk metro başlayana kadar, kesemizin elverdiğince şarap içerek Bach’ın müziklerini dinlerdik.
Bir iki gün sonra -ne mutlu ki- Paris’e uğrayıp Select kahvesinin terasında oturacağım. Orada nostalji, anı, içe-dalım olarak düşünme, vb. sarmalında kültürün ve silinmez olmuş dostluğun derin izleri içinde buruk ama derin bir mutluluk duyacağım. Çünkü o terasta yalnız da otursam, onlar oradalar.
‘Ben’ yerine ‘biz’
Hülya Uçansu
“Yaşamının son 20 yılında yakın çevresini paylaşma onuruna, sevincine ve ayrıcalığına sahip olan dostlarından oldum. Bu süre içindeki tüm ortak çalışmalarımızda ‘ben’ yerine ‘biz’ diye düşünmeyi, büyük bir aşkla üretilen her şeyi paylaşmayı öğrendik ondan. Eşsiz bir zekâ, benzerine pek az rastlanılan bir bilgi birikimine sahipti. Bunları yakın çevresiyle paylaşmak, bildiği her şeyi en yalın biçimiyle sevdiklerine aktarmak ve bütün bunları şaşırtıcı bir cömertlik, inanılmaz bir alçakgönüllülük ve derin bir bilgelikle yapmak, belirleyici özelliklerindendi.” (11 Ocak 1995) Aradan geçen 15 yıl içinde, gerek dostları gerek ülkemiz için yeri hiçbir zaman doldurulamadı.
Bir delikanlının ölümü
Ferit Edgü
Demek on beş yıl olmuş. Orhan Veli’yi, Sait Faik’i, Sevgi Soysal ve Tezer Özlü’yü düşündüğümde, altmış yaş az bir yaş değil. Ama Onat’ı düşündüğümde, niçin bilmem, onun ölümü bir delikanlının ölümü gibi geliyor bana. Kimin adına yapıldığını bilmediğimiz terörist bir eylemin sonucunda öldüğü için mi, yoksa imgesi belleğimde o ilk gençlik yıllarından kaldığı için mi, bilmiyorum. Eğer ölümünden on dört yıl sonra yayımladığımız “Karameke” adlı kitabı saymazsak, yaşamı boyunca tek bir öykü kitabı yayımladı Onat: “İshak”. Tüm 50 kuşağının öykücülerinin ilk kitapları gibi, yarım yüzyıl önce. Elli yıl boyunca, bu tek kitap, onun, kuşağının en iyi yazarlarından biri olarak anılmasına yetti.
Yalnızca ‘İshak’ değil
Hulki Aktunç
30 Aralık 1994’te bir bomba patladı. Otel pastanesinin kapkalın camları paramparça oldu; Onat Kutlar’ın gövdesine saplandı. Onat, bir süre sonra öldü. “Terörist bir örgüt” dediler. Hangisi? Ele geçirildi mi?
Bir fotoğrafa bakıyorum: O otelin Çatı’sındayız. Haziran 1982. Bir yayın kuruluşunun davetiydi sanırım. Onat, Semra (Aktunç) ve ben. Gülümsemekteyiz. Ellerimizde içkilerimiz. Onat, “güzel bir an” bakışıyla. Öyle ya, Sinematek’ten beri doğru dürüst görüşememişiz… Soru: O otelin Kanlı Pazar nişancıları kimlerdi?
Onat Kutlar’ı önce “İshak” ile tanıdım tabii. Öykülerim yayımlanıyor artık. “İshak”, yol göstericilerimden biri... Sinematek’te tanıştık. “Yazılamamış Bir Günlük” ilgisini çekmişti Onat Kutlar’ın. Anımsıyorum… “Bizdeki köy, köylü edebiyatı, ideolojik olarak sosyalizmden geride… Dil ve biçem olarak da, bana yeni bir şey öğretmiş değil… Kişileri genellikle iki boyutlu” demiştim. “İki yapıt, bendeki yetinmezliği aşmıştı… İlki, ‘Göl İnsanları’… İşte, İstanbul-dışı insanlar anlatılıyor… Kanlı canlı üç boyutlu kişiler… Yazar, bir dil, bir biçem de öneriyor… İkincisi, ‘İshak’. Gaziantep’in sadece Antep, hatta belki biraz da Ayıntap olduğu dönemler… Duyumsayan kişiler, şiir ve düşlerin gerçekler ile kavuşup birleştiği yer… İshak! Sosyalist bir yazar, slogancı, nutukçu olmayabilir ve olmamalı!” Onat, gülümsüyor. Sıradan kavrayış’lar, bir sanatçıyı bir yapıtına kilitleyip sözüm ona rahata erer. Onat Kutlar’ın şairliği, denemeciliği, eylemciliği? Bütün bunların toplamı, toplamı da değil bileşimiydi o. Kim, kimler irdeleyip inceleyecek? Onat Kutlar, gülümsemekte.
Kutlar çok iyi bir sosyalisti...
Ali Özgentürk
Geçen gün Zeki’nin cenazesinin gecesinde bir rüya gördüm. Ara, Onat, Zeki,Mustafa Göçmen, ben, bir uçaktayız ama uçağın içinde yüzüyoruz, evet evet birbirimize doğru yüzüyoruz. Sonra hatırladım, kitaplarına baktım, Onat yazmıştı bu rüyayı, daha doğrusu görmüştü. 20 yıl önce Cumhuriyet’teki yazılarından birinde bu rüyayı anlatmıştı. Onat, Aziz Nesin, Mahmut Tali, Ara Güler, ben, uçağın içinde birbirimize doğru yüzüyormuşuz. Uçak dönüp dolaştıktan sonra bir yere geliyormuş, Aziz Bey soruyormuş: “Nereye geldik?” Onat da “Oh! Memlekete geldik sonunda”diye cevap veriyormuş. Anlayacağınız Onat’ın gördüğü rüyayı farkına varmadan, 20 yıl sonra ben de görmüşüm. Ne memleket! Onat inançlı, çok iyi bir kültür adamıydı,Feridüddin-i Attar’dan Sartre’a kadar, anladıklarını memlekete anlatırdı. Onat, çok iyi bir sinemacıydı, Parajanov’dan Godard’a dünya sinemasını memlekete tanıttı. Hepimiz onun ‘Sinematek’inden çıktık. Onat çok iyi bir sosyalistti, Aydınlar Dilekçesi’nden işçi eylemlerine kadar memleket mücadelesinde yer aldı. Onat çok iyi bir aydındı, kendini yakarak yaşayan aydınlar soyundandı. Ölümü de öyle oldu,“memleket” onu öldürdü. Onat çok iyi bir arkadaştı, diğer çok iyi arkadaşlarım gibi,Atıf Yılmaz, Nail Çakırhan, Zeki Ökten, Ömer Kavur, Üstün Korugan, Gündağ Kayaoğlu gibi o da erken öldü. Derler ki her sevdiğinizin ölümü biraz da sizin ölümünüzdür. Belki doğrudur ama sorarım bir yandan da, öldüler mi gerçekten? Bakın çevrenize görürsünüz, yaşıyorlar işte.
Benim kuşağımın ‘istinat duvarı’
Erden Kıral
İyi bir film yapabilmek için iyi bir fikre sahip olmak gerekir. Ben bir filme başlamadan önce onunla konuşurdum. Ayrıca Onat’la “ Hakkâri’de Bir Mevsim” filminde birlikte çalıştık. Filmin senaryosunu yazdı. Gerçekçi bir yapı kurarken romanın fantastik yanını ıskalamadı. Belki de gerçekçilik romanda, filmde gerçekçi olma çabasıdır. Çünkü “Kurmaca söz konusu olduğunda gerçeğin gerçek olduğuna hiçbir zaman inanmamak gerekir” derdi. Onat Kutlar, benim kuşağımın ‘istinat duvarı’ydı.
Orkestra çalmaya devam ediyor
Adnan Özyalçıner
Sevgili Onat, bu yıl “İshak” elli yaşını doldurdu. Seni “İshak”la bizden haince uzaklaştırmalarının ardından 15 yıl geçip gitmiş. Erdal Öz, Orhan Duru, Demirtaş Ceyhun da senin yanına geldiler. Ama Doğan Hızlan’ın dediği gibi biz bir orkestrayız. Bakıyorum da orkestra elli yıldır, her yıl artan gücüyle, senin de eşliğinle çalmaya devam ediyor, edecek de...
AYRILIK..
ayrılık şiiri ne kadar yalın
sevdiğimiz ak sözcükleri gibi
kılıçla kesiyor bir hain nokta
öpüşen virgüllerle akan cümleyi
nasıl soğuk ayrılığın güneşi
gölgeli bir çınar olan gövdemin
dallarını içten kırınca acı
buzdan bir alçıyla tutuyor beni
ayrılık sabahı ne kadar beyaz
ölümün hüzünlü arkadaşı kar
bana ütülü bir çarşaf hazırlar
bir karanfil tam yüreğin üstünde..
ONAT KUTLAR
‘Unutulmuş Kent , Bütün Şiirleri’ , ONAT KUTLAR , Yapı Kredi Yayınları
He attended the University of Paris, Department of Philosophy for two years (1961-1963) but left there before finishing. After he had returned from Paris, he became the secretary of Doğan Kardeş magazine (1963-1965) and then the Director of the cinémathéque Association (1965-76).
He was the owner and writer of Yeni Sinema magazine on behalf of cinémathéque Association (1967-70) and the Director of the Cinema Production and Projection Headquarters at the Ministry of Culture from the day it was founded (1978-80). Then he worked for an advertisement agency.
He was a permanent member of the executive board of the İstanbul Foundation of Culture and Arts Cinema Information Committee and he stayed as the deputy chairman of the foundation until he died. He was seriously injured by a bomb placed in The Marmara Hotel in İstanbul on 31 December 1994 but didn’t survive his injuries and died on 11 January 1995.
He entered the world of literature with his poem, Hisar (Castle), 1952-54) and then he wrote short stories. His first short story Volan Kayışı (Flywheel Belt, 1952) was published in Seçilmiş Hikâyeler (Selected Stories). Then he decided to be a cinema critic and essay writer. His poems were published in the magazines Hisar, Küçük Dergi and İlke (Gaziantep, 1952-54); his stories were published in Seçilmiş Hikâyeler.
For his first and only storybook İshak (Isaac, 1959), he received the 1960 Turkish Language Association Short Story Award. His articles on cinema and his essays were published in the magazines Meydan, Yeni, Yürüyüş, Milliyet Sanat and Gösteri. His film Hakkari’de Bir Mevsim (A Season in Hakkari) that was adapted from Ferit Edgü’s novel named O (He), received awards in Berlin and the 2nd Mediterranean Film Festival. Turkuaz Belgeseli / 1989 (Turquoise Documentary, 1989) and Simurg Belgeseli, 1993-94 (Simurg Documentary, 1993-94) under his direction, were made into films by the foundations ‘Concept’ and the Independent Filmmakers Association. He produced programs such as 7.
Sanat Sinema (7th Art Cinema, 1975), Milletin Radyosu (Radio of The Nation) and Gündemdeki Sanatçı (Artist on an Agenda, 1994) which was shown only once by the Turkish Radio and Television Corporation. He was advisor and producer on the Simurg Documentary and the film Menekşe Koyu (Violet Bay). His poetry book Unutulmuş Kent (Forgotten City) was published again by İş Bank Publications in 2003. Some of his poems and stories have been translated into English, French and German. The story called İshak’taki Yunus (The Dolphin in Isaac) was published in English in the United States in Grand Street magazine. (Winter, 1995).
His story İshak’tan Çatı (The Roof from Isaac) was translated into French with the name of Le Toit and featured in the same anthology as Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sabahattin Ali, Memduh Şevket Esendal. Sait Faik, Orhan Kemal and Adnan Özyalçıner (The East Extracts of Procedures of Contemporary Turks, 1980). Unutulmuş Kent (Forgotten City) was translated into French with the name of La Ville Ubliee 7 Traduit du Turc (1995). He was conferred the decoration ‘Chevalier de L’Ordre des Arts et des Lettres’ by the French Government and the Culture Medal by Poland.
SHORT STORY: İshak (Isaac, 1959).
POETRY: Pera’lı Bir Aşk İçin Divan (Divan* For a Love With Pera, 1981), Unutulmuş Kent (Forgotten City, 1986), Unutulmuş Kent ve Çeviri Şiirler (Forgotten City And Translated Poems, 1999).
ESSAY: Yeter ki Kararmasın (Only Don’t Let it Become Dark, 1984), Sinema Bir Şenliktir (Cinema Is A Celebration, articles on cinema, 1985), Bahar İsyancıdır (Spring Is Rebellious, 1986), Gündemdeki Konu (Issue On Agenda, newspaper articles, 1995), Gündemdeki Sanatçı (Artist On Agenda, newspaper articles, 1995).
SCREENPLAY: Yusuf ile Kenan (Yusuf and Kenan, 1979, director Ömer Kavur), Hazal (Hazal, 1979, director A. Özgentürk), Hakkari’de Bir Mevsim (A Season in Hakkari, 1982, director Erden Kral).
In addition, he translated from Breton, Füruğ and Ferruhzad.
contact: info@kirkayak.org